29.11.2012
Bir, iki, üç daha fazla işgal dedik ve ikincisini gerçekleştirdik. Gözaltında olan arkadaşlarımızın serbest bırakılması için polis merkezine yürüdük. Sayımız fazla değildi ama gene de arkadaşlarımızın sahipsiz ve yalnız olmadığını onlara gösterdik. Ani bir durum oldu. İnternet aracılığıyla topladık insanları. Gece geç saatlere kadar bekledik daha sonra iki kişi hariç her kesi serbest bıraktılar. Bir sür sonra da hepsini serbest bıraktılar. Eğer arkadaşlarımız serbest bırakılmazsa direk ölüm orucuna başlayacağımızı bildirdik.
Gözaltındaki arkadaşlarımızın bulunduğu polis merkezine karşı yaptığımız yürüyüşe, hareketimizden bir süredir geriye çekilmiş olan arkadaşlarımızla da karşılaştık. Eylem her zaman sessizliği ve moralsizliği bozan bir etki yapar, bu sefer de öğe oldu.
Mülteci kamplarında kalan tek tek insanlarla karşılaşıp sohbet ettiğimizde hemen hemen hepsi tecritten şikayetçi oluyorlar, hepsi gündelik yaşamda ırkçı ve aşağılayıcı uygulamalardan rahatsız olduklarını dile getiriyorlar. Ama bunlara karşı mücadele çağrımıza yeterince katılmıyorlar. Sessizlik içinde beklemenin daha hayırlı olacağını düşünüyorlar. Bir süre sonra bu izolasyon ve aşağılamaların son bulacağını düşünüyorlar. Ama bunlar hiç bir zaman son bulmuyor. Ömür gelip geçiyor ve dönüp arkaya bakıldığıda ortada büyük bir sessizlik içinde geçmiş zaman göze çarpıyor. Tüm sesler ve renkler bu sessizlik zamanı içinde yavaş yavaş solup ölmeye yüz tutuyor. Ömür bitiyor ama izolasyon bitmiyor. Bir ömür zamanını böyle sessizlik içinde geçirmek kötü bir tercih olsa gerek.
Ayda bir imza atmak zorunda olduğumuz mülteci kampına geldim. Aylar ve yıllardır aynı mekanda ve aynı insanların aynı ölüm sessizliği içinde beklediklerini gördüm. Bizler aylardır sokaklarda avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz. Red ve itiraz ediyoruz. Böyle bir atmosferden ölüm sessizliğine gömülmüş olan mülteci kampındaki insanları görmek iki farklı hayat tercihini kıyıslama olanağı veriyor insana. Ya sessizlik ve karanlık içinde çürüyüp gideceksin ya da direnerek, mücadele ederek yaşadığını hissedeceksin. Sokakta kol kola girdiğimiz zaman insanların yüzlerinde bir coşku olduğunu görebilirsiniz ama mülteci kampında bekleyen insanların yüzlerinde bir sinmişlik ve ezilmişlik ifadesi görülüyor. İnsanın yaşam koşulları düşünce dünyalarını belirliyor. İtiraz etmeden, sürekli bekleyerek ve emirlere uyarak yaşayan insanların ruhları da eğik oluyor, yürürken vücutlarıda bir süre sonra eğik bir hal alıyor. Sokakta kol kola giren ve mücadele eden insanların yürüyüşleri dik oluyor. Kendilerini mutlu ve coşkulu hissediyorlar.
Hannover'de bulunan Am Seelberg mülteci kampında bir hausmeisterin var. Bu hanım kendisini çok önemli bir şahsiyet sanıyor. Sürekli mültecilere sert davranarak, onları aşağılayarak tamamlanamamış egolarını tatmin etmeye çalışıyor. Hiç bir mülteci onu sevmiyor. İnsanlara gelmiş olan mektupları günde sadece saat 13 ve saat 18'de veriyor. Bu saatler dışında mektupları vermiyor. Eğer bu saatler dışında kendisine mektup olup olmadığını soran bir mülteci olursa onu bürodan dışarıya kovuyor. Bu kovma işleminin büyük bir meziyet olduğunu sanıyor hanım. Her karşılaştığımızda onunla mutlaka kavga ediyoruz. Mektup verme işinin çok önemsiz bir iş olduğunu, bu kadar bürokrasi ve kurala gerek olmadığını anlatıyorum ona. Ama o bunu anlamak istemiyor. Kendisini çok büyük bir iş yaptığına dair inandırmış bir kere. Eğer buna rağmen vermek istemiyorsa hiç rica minnette bulunmuyorum. "Senin olsun" deyip çekip gidiyorum. O, her seferinde buna şaşırıyor. İnsanların kendisine yalvarmalarından büyük bir haz alıyor.
Dün gece geç saatlerde baş kente yolu düşen ve daha bir süre önce tanıştığımız bir arkadaşla yolculuk yaptık. Gece onun evinde kaldık. Arkadaş uzun yıllardır buralarda yaşayan bir arkadaş. Devrimci duygu ve ideallerin yitirmemiş. Avrupa'da böyle insanlara rastlamak sevindirici oluyor. Arkadaşın kitaplığında, bir dönem kitapçıda çalışırken çokça rastladığım kitapları bir kez daha görmek güzel oldu. Günümüzde kitap okuyan insanların sayısı fazla değil malesef. Arkadaşla avrupadaki devrimci çalışmaların durumu ve bizim direnişimiz üzerine sohbetler ettik. Bir dönem yoğun avrupaya çıkıştan kaynaklı olarak buradalardaki devrimci gruplar kitleselmiş ve belli faaliyetler yürütüyorlarmış. Ama artık bu kitlesellik ve örgütlülük durumu çok geri bir noktaya düşmüş durumda.
Havalar soğudu. Sokakta rastladığım bir kaç kişi bu hafta sonu kar yağacağını söyledi. Her kes bizim direniş çadırlarımızda kışın nasıl geçeceğini merak ediyor. Ama biz hiç merak etmiyoruz. Zaten zaman bir şekilde geçiyor. Eğer çok dayanılmaz bir hava olursa başka geçici ya da kalıcı planlarımız var elbette. Ama biz gene de çadırları süresiz bir biçimde nasıl koruyacağımızı düşünüyoruz. Bizim özgürlüklerimizi kısıtlayanların mekanında durmaya ve var olduğumuzu, direndiğimizi onlara göstermeye devam edeceğiz. Bizi sessizlik içine gömmelerine izin vermeyeceğiz.
İnsan her doğa koşuluna karşı alternatif hayat ve hareket tarzı bulmuş şimdiye kadar. Biz de bulacağız. Ama bizim esas savaşımız doğa ile değil. Doğayla barışık yaşıyoruz. Bizim savaşımız, doğayı ve insanı yok eden bu kapitalist sisteme karşıdır.
Arkadaşlar bu gün Bittefeld'e gittiler. Artık onlarla bir sonraki gün görüşebileceğiz. Önümüzdeki ayın başında da Rostok'a gideceğiz. Her şeye rağmen direnişimiz sürüyor.
29.11.2012
Turgay Ulu
Berlin